İnsan, doğduğundan itibaren çevresini gözlemleyen, etrafındakileri tanımaya çalışan ve sürekli yaşama uyum sağlamaya çalışan bir yaratılış mucizesidir. Dünyaya gelmek ve evrenin bir parçası olmak, belirli kurallara da uymamızın zorunluluğunu beraberinde getirir. Aldığımız her nefes, hayatın akışında kendine bir yer bulur ve o anda anlam dediğimiz herhangi bir şeyin içine gizlenir. Bazen ancak uzaklaşarak görebildiğimiz bu eşsiz deneyi bazen de sadece içine girebildiğimiz takdirde görebiliriz. Bahsetmek istediğim deney tam olarak “insan ve dans”. Zeka, hayatta kalabilme ve uyum sağlayabilme becerisidir, dans ise uyum sürecinin vazgeçilmez parçasıdır. Beynimizin işleyişi ile dansın kapsayıcılığı birbiriyle bağlantılı görünüyor.
O halde biraz daha derinlere inelim. Dünyaya yeni geldiğimizi ve her şeyi incelediğimizi düşünelim. Baktığımız her şey bir uyum içinde; yapraklar rüzgarla barışık ve kopmamak için rüzgarla işbirliği yapıyormuşçasına sallanıyor, toprak her zamanki gibi kapsayıcı ve varlığı ile yaşam alanları oluşturmaya devam ediyor, kuşlar rüzgarın gücünü kullanarak muazzam dairesel dönüşler yapıyor. Peki ya biz? Tüm bu gözlemi yaparken kendimizi akışın içinde buluyoruz ve hareket etmeye cesaret ediyoruz. İçimizden geldiği gibi, toprağın, rüzgarın, uçan kuşların, dönen dünyanın yarattığı ahengin içine dahil oluyoruz ve dansın iyileştirici, birleştirici gücünü kendimizde hissediyoruz yani uyum sağlıyoruz hayatta kalabilmenin yolunu deniyoruz. Ruhumuzu dinlendiriyoruz, çünkü var olan bir akışın içinde diğer her bir varlığın yanında, anda kalabilmek için dans ediyoruz. Dansın varlığı, insanınki kadar köklü bir geçmişe sahiptir. Dans, özgür alanlarımızın farkına varmamızı sağlayan ve yaşadığımızı hissedebilmemiz için almamız gereken bir nefes gibidir.
Günlük yaşamımızda hissettiğimiz duyguların ve bize ait olan düşüncelerin doğal bir dışavurum halidir. Vücudumuzun tüm hücrelerine kadar geniş bir etki alanına sahip olan dans, bedenimizdeki bütün sistemlerin dengesini sağlamak ve çalışmalarını desteklemek için bizlere sunulmuş bir nimettir. Sağlığı olumlu etkilediği gibi sosyal ve kişisel alanlarda da dansın varlığına olan ihtiyacımız günden güne artıyor. Kendimizi ifade edebilmemiz, kendi öz değerimizin farkına varabilmemiz ve öz güvenimizi oluşturabilmemiz için ilk önce sahip olduğumuz duygu, düşünce ve bizi biz yapan tüm etkenleri içimizde özümseyip dans ile dışa vurmamız önemli. Sonrasında onları kabul etmek karakterimizin sağlam bir şekilde oluşmasını ve gelecek hayatta karşımıza çıkabilecek problemleri çözebilecek hale gelmemiz için bizleri dönüştürüyor olacak. Bu yazıda “neden dans etmeliyiz?” sorusuna hem bizim doğamızı hem de dünyaya geldiğimizde karşılaştığımız doğayı göz önünde bulundurarak açıklamaya çalıştım, umarım keyifli ve üzerinde durup düşündüğünüz kısımlar eşliğinde ilerleyen bir okuma olmuştur. Sahip olduğumuz saniyelerin ve aldığımız her bir nefesin dansın ahengiyle buluşması dileğiyle.